13 Şubat 2017 Pazartesi

BİLİMSEL ÇALIŞMALAR VE HOMEOPATİ

ARAŞTIRMALAR VE HOMEOPATİ
Her gün homeopatiye şüpheyle yaklaşan insanlarla tartışıyoruz.  Diğer yandan, bazıları ise fanatik ve homeopatinin etkinliği konusunda ikna olmuş durumdalar. İkinci grubu kendilerinde veya ailelerinde kayda değer bir iyileşme görmüş olanlar oluşturuyor.
Homeopati doktorların büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmezken, homeopatlar, homeopatik tıbbı sunulmuş bir lütuf gibi görmüş ve bu yüzden bunu kanıtlamaya çalışmamışlardır. Bu bağlamda “inanmayanlara” homeopatik tıbbın ne şekilde işlediğini göstermeye uğraşmaksızın homeopatik “materya medika” bilgisini zenginleştirmek amacıyla belli maddelerin etkinliğiyle ilgili deneylerin üzerine odaklanmışlardır.
Bazı bilim adamları homeopatiyi ilaçları etki mekanizmalarını bilmeden kullandığını iddia ederek sıklıkla eleştirmektedir. Bu sadece homeopati için geçerli olan bir durum değildir. Günümüzde pek çok geleneksel ilacın reçeteli olarak verildiği ve etkili olduğu bir gerçektir ancak bunların da etki mekanizmalarını bilmiyoruz.  Buna örnek olarak aspirini ve reçeteyle verilmelerine rağmen hala etki mekanizmaları bilinmeyen antibiyotikleri verebilirim.
Homeopatik tıbbın etkinliğini ele almak için farmakolojide “ilaçların bifazik cevabı" olarak bilinen ilkeye başvurmamız gerekir. Bu ilkeye göre her ilacın dozaja bağlı iki etki fazı vardır. Bu anlamda araştırma ilacın etkinliğinin dozajın artmasıyla birlikte artmasından çok, maddenin daha düşük dozlarının yüksek dozların aksine sonuçlar verdiğini tutarlı bir şekilde kanıtlamıştır. Örneğin atropinin normal tıbbi dozlarının parasempatik sistemi inhibe ettiği ve pitüiter bezlerde kuruluğa neden olduğu, daha düşük dozların ise salgılarda artışa neden olduğu kanıtlanmıştır.
Yukarıda bahsedilen ilke 1879 yılında eş zamanlı olarak Hugo Schulz ve Rudolf Arndt tarafından keşfedilmiştir. Keşfedildiği dönemde Arndt - Schulz yasası olarak adlandırılmış ve günümüze kadar tıp sözlüklerine bu isimle girmiştir. Biraz daha açmak gerekirse, bu araştırmacılar zayıf uyaranların normal aktiviteyi hızlandırdığını, orta şiddette uyaranların askıya aldığını ve güçlü şiddetteki uyaranların normal aktiviteyi tamamen durdurduğunu keşfetmişlerdir. Örneğin iodin, bromin, merkürik klorit ve arseniğin düşük konsantrasyonları mantar (fungi) gelişmini artıracak, orta dozajlar durduracak, yüksek dozlar ise tamamen yok edecektir. 
Homeopatinin etkinliğine ilişkin ilk resmi olarak tescillenmiş çalışma 19. yüzyılda 1850’lerde bir kolera salgınının patlak verdiği dönemde yürütülmüştür.  Londra hastanelerindeki kolera sebepli mortalite Parlamento’da duyurulduğunda homeopatik hastanelerden elde edilen bilgiler buna dahil edilmemişti.  Parlamento üyelerinden biri homeopatik hastanelerden de bilgi almak konusunda ısrar etti. Bu müdahale sayesinde homeopatinin kolera tedavisinde sağladığı büyük başarılara ilişkin bilgi parlamentoya sunuldu. Londra Homeopati Hastanesinden gelen bilgiye göre koleralı hastalarda mortalite oranı %16,4’ken, tüm diğer hastanelerde bu oran %51,8’di.
Homeopatik tıbbın etkinliğini kanıtlamaya ilişkin en ciddi çabalar geçen yüzyılda gösterilmiştir. Homeopatik tıbbın etkinliğine yönelik bazı çalışmalar aşağıdaki gibidir.
Bir grup çalışma homeopatik ilaçların bireysel olarak uygulanmasına değinmektedir. 1991 yılında, Hollanda’dan üç profesör homeopatik ilaçların kullanıldığı son 25 yıla ait araştırmaların bir meta-analizini gerçekleştirdiler ve sonuçları British Medical Journal’da yayınladılar. (J. Kleijnen, P. Knipschild, G. ter Riet, "Clinical Trials of Homoeopathy," British Medical Journal, February 9, 1991, 302:316-323).
Bu meta analiz 107 kontrollü test çalışmasını kapsıyordu ve bunlardan 81’i homeopatik ilaçların etkili olduğunu, 24’ü etkisiz olduğunu göstermekteydi, geri kalan 2 çalışmadan ise sonuç elde edilememişti. Profesörler “pozitif sonuçların oranı bizim için sürpriz oldu” yorumunu yaptılar. Biraz daha açmak gerekirse şu verileri kaydettiler:
·         Üst solunum yolları enfeksiyonu vakalarında 19 testten 13’ü başarılı bir iyileşme olduğunu gösterdi.
·         Diğer enfeksiyonların tedavisiyle ilgili 7 testten 6'sında pozitif sonuçlar elde edildi.
·         Sindirim sistemiyle ilgili 7 testten 6'sında iyileşme görüldü.
·         İlkbahar alerjisiyle ilgili 5 testten 5’inde başarılı iyileşme görüldü.
·         7 testten 5’inde intra-abdominal cerrahi sonrasında daha hızlı iyileşme görüldü.
·         6’sından 4’ü romatizmal hastalıkların iyileşmesine yardımcı oldu.
·         20’sinden 18’i ağrı veya travma tedavisinde yarar gösterdi.
·         10’undan 8’i ruhsal problemlerin giderilmesinde pozitif sonuç gösterdi.
·         15’inden 13’ü çeşitli hastalıkların iyileşmesinde yarar gösterdi.

Homeopatik ilaçların kullanımına ilişkin başarılı veriler sunan çalışmaların yüksek yüzdesine rağmen, bu çalışmaların büyük çoğunluğu öyle veya böyle eksikti. Ancak, araştırmacılar 22 adet eksiksiz çalışma buldular, bunlardan 15 tanesi homeopatik ilaçların etkin olduğunu göstermekteydi. En iyi çalışmaların 15’inden 11’inin bu doğal ilaçların etkin olduğunu; çalışmalarının tasarımı ve yürütülmesi ne kadar iyi gerçekleştirilirse bu ilaçların etkin olduğunun ortaya çıkma yüzdesinin o kadar artacağını göstermesi büyük merak uyandırmıştır.
Bu sadece homeopati alanında gözlenmiş bir durum değildir. Son 25 yıl içinde tamamlanmış çalışmalara ait benzer bir yüzdelik oran geleneksel tıpta da ortaya konmuştur. Bu bağlamda, meta-analiz araştırmacıları şöyle bir sonuca ulaştılar: “Bu incelemede sunulan kanıtlar homeopatinin belli terapötik endikasyonları olan geçerli bir terapötik yöntem olduğunun kabul edilmesi için tatmin edici olacaktır”.
Homeopatik ilaçların etkinliğine dair yapılan bir diğer araştırma projesi ise astım hastalığının homeopatik tedavisine ilişkin bir izole çalışmaydı (David Reilly, Morag Taylor, Neil Beattie, et al., "Is Evidence for Homoeopathy Reproducible? (Homeopati Kanıtları Tekrarlanabilir Midir?)" Lancet, December 10, 1994, 344:1601-6.).
Glasgow Üniversitesinden araştırmacılar astım hastalarının hangi alerjik maddelere karşı en hassas olduğunu bulmak amacıyla geleneksel alerji testlerini kullandılar. Denekleri tanımladıktan sonra, hastalar biri homeopatik ilaçlarla, diğeri ise plaseboyla tedavi edilecek iki gruba randomize edildi. Homeopatik ilaç tedavisi görecek hastalara en hassas oldukları alerjik madde yüzlük sistemde 30. etki derecesinde verildi. (En yaygın alerjik madde ev tozundaki akarlardı). Deneye katılan kişiler homeopatlar ve geleneksel doktorlar tarafından muayene edildi ve değerlendirildi. Çalışma homeopatik ilaçlarla tedavi edilen hastaların %82’sinde iyileşme olduğunu, plasebo ile tedavi edilenlerde ise bu oranın %38 olduğunu gösterdi.
American Journal of Pediatrics’te yayınlanan bir başka çalışma da homeopatik tıbbın çocuklarda ishal tedavisinde kullanımını üzerineydi. (Jennifer Jacobs, L. Jimenez, Margarita, Stephen Gloyd, "Treatment of Acute Childhood Diarrhea with Homeopathic Medicine (Çocuklarda Akut İshalin Homepatik İlaçlarla Tedavisi): A Randomized Clinical Trial in Nicaragua," Pediatrics, May 1994, 93,5:719-25). Büyük çoğunluğu sanayileşmemiş ülkelerde olmak üzere her yıl 5 milyondan fazla çocuk ishalden ölmektedir.
81 çocuğu kapsayan bu randomize çift-kör çalışma Washington Üniversitesi ve Guadalajara Üniversitesi’nin işbirliğiyle Nikaragua’da gerçekleştirildi. Sonuçlar bireyselleştirilmiş homeopatik ilaçların çocuk ishali tedavisinde plaseboyla tedavi edilen çocuklara kıyasla klinik ve istatistiksel açıdan anlamlı iyileşme gösterdiğini ortaya koydu. Homeopatik ilaç alan çocuklar plasebo alan çocuklara göre %20 daha hızlı iyileşme gösterdiler. Daha şiddetli hasta olan çocuklar homeopatik tedaviye kayda değer şekilde cevap verdiler. Bu çalışmada her bir çocuğun semptomlarına göre bireyselleştirilerek seçilen toplam 18 farklı homeopatik ilaç kullanıldı.
İtalya'da rasgele seçilip çift kör çalışmaya dahil edilen 60 kişiyle homeopatik tedavinin migren üzerindeki etkisiyle ilgili bir çalışma yapıldı. Hastalar baş ağrıların sıklığı, yoğunluğu ve karakteristikleriyle ilgili bir anket doldurdular (Bruno Brigo, and G. Serpelloni, "Homeopathic Treatment of Migraines (Migrenin Homeopatik Tedavisi): A Randomized Double-blind Controlled Study of 60 Cases," Berlin Journal on Research in Homeopathy, March 1991, 1,2:98-106).
Bu kişilere yüzlük sistemde 30. etki derecesinde, tek doz homeopatik ilaç verildi, bu iki haftalık aralıklarda toplam dört defa tekrarlandı. Sekiz ilaç seçildi ve terapistlere hastalara iki ilaçtan herhangi birisini vermeleri için izin verildi. Plaseboyla tedavi edilen hastaların sadece %17’sinde migrenin iyileştiği görülürken, homeopatik ilaç alan hastaların oldukça etkili bir oran olan %93’ü iyi sonuçlar elde etti.
Kişiselleştirilmiş homeopatik tedaviyle ilgili bir diğer çalışma da homeopatinin romatoid artrit tedavisinde etkinliği üzerine yürütüldü. (R.G. Gibson, S. Gibson, A.D. MacNeill, et al., "Homoeopathic Therapy in Rheumatoid Arthritis(Romatoid Artritte Homeopatik Terapi): Evaluation by Double-blind Clinical Therapeutic Trial," British Journal of Clinical Pharmacology, 1980, 9:453-59).
Çalışmaya altı hasta dahil edildi. İki homeopat her bir hastaya kişiselleştirilmiş homeopatik ilaçlar reçeteledi. Ancak, hastaların sadece yarısına gerçek ilaç verildi. Geri kalanlar plasebo aldı.  Çalışma kişiselleştirilmiş homeopatik ilaçlarla tedavi edilen hastaların %82’sinde semptomlarda iyileşme görüldüğünü, plaseboyla tedavi verilen hastaların ise sadece %21’inde benzer derecede iyileşmenin olduğunu ortaya koydu.
Reçetelenen homeopatik ilaçlara dayalı çalışmaların yanı sıra, izole ilaçların hastalığın nedenine dayalı olarak test edildiği bir başka araştırma yöntemi daha mevcuttur. Bir toksik faktörün farklı diatezleri etkilemesi halinde, diatezin türünden bağımsız olarak, faktörün etkisine bağlı semptomların görüleceği bilinmektedir. Örneğin, zehirli bir yılan tarafından ısırılma sonucu farklı diatezlerde meydana gelen semptomlar genellikle kişinin diatezinden bağımsızdır. Hastalığın nedenine dayalı olarak gerçekleştirilen çalışmaların bazılarından aşağıda bahsedilmiştir.
II. Dünya Savaşı sırasında, İngiliz Hükümeti iki farklı merkezde (Londra ve Glasgow) yürütülen, çift-kör kontrol denemesini kullanan ve benzer sonuçların elde edildiği bir araştırmayı finanse etti. (R.M.M. Owen and G. Ives, "The Mustard Gas Experiments of the British Homeopathic Society (İngiliz Homeopati Derneği Hardal Gazı Deneyleri):  1941-1942, Proceedings of the 35th International Homeopathic Congress, 1982, 258-59).
Çalışmaya nörotoksik kimyasal silahlar (“hardal gazları”) nedeniyle vücudunda yanıklar meydana gelen ve homeopatik tedavi almış gönüllüler dahil edildi.  Tedavi planı kapsamında profilaktik madde olarak Hardal Gazı 30 CH kullanıldı ve tedavi olarak Rhus Toxicodendron 30CH ve Kali Bichromicum 30CH verildi. Homeopatik tedavi gören bireylerde önemli iyileşme kaydedildi.
Ayrıca, araştırmacıların Opium (afyon) 30CH, Cantharis 30CH and Variolinum 30CH’nin etkinliğini de test ettikleri ve bunların hiçbirinin etkinliğinin kanıtlanamadığı da belirtilmelidir. Araştırmada sadece bu ilaçlar test etmiş olsaydı, araştırmacılar homeopatik ilaçların hardal gazı yanıklarının tedavisinde etkili olmadığı sonucuna varabilirlerdi. Etkili bir homeopatik tedavinin kilit noktası daima doğru ilacın tanımlanması olacaktır.
Homeopatik tedavinin etkiliğinin kanıtlandığı bir diğer hastalık da diabetik retinittir. (Zicari, et al., "Valutazione dell'azione Angioprotettiva di Preparati di Arnica nel Trattamento della Retinpatia Diabetica," Bolletino de Oculistica, 1992, 5:841-848).
Retinit, retina inflamasyonu, görme problemleri, ödem, gözden gelen salgı ve zaman zaman retinanın içinden gelen kanamayla kendini gösteren bir diyabet komplikasyonudur. 60 hastanın dahil edildiği çift kör çalışmada Arnica 5CH verilmiştir. Sonuçlar Arnica 5CH ile tedavi edilen hastaların %47’sinde gözün merkezi kan akışının iyileştiğini ancak, plaseboyla tedavi edilen hastaların sadece %1’inde bu iyileşmenin kaydedildiğini ortaya koymuştur.  Buna ek olarak, ilacı alan hastaların %52’sinde gözün diğer kısımlarındaki kan akışında da iyileşme görülürken, plasebo grubunda sadece %1’lik bir kısımda benzer iyileşme kaydedilmiştir.
Fransa’nın en çok satan ve grip tedavisinde kullanılan ilaç aslında homeopatik bir ilaçtır. Oscillococcinum TM ticari adı altında satılan Anas Barbariae 200CH gribin erken safhalarında oldukça etkin bir ilaçtır. Grip olan 478 hasta üzerinde çift-kör çalışma yürütüldü. (J.P. Ferley, D. Zmirou, D. D'Admehar, et al., "A Controlled Evaluation of a Homoeopathic Preparation in the Treatment of Influenza-like Syndrome," British Journal of Clinical Pharmacology, March 1989, 27:329-35).
Çalışma, homeopatik ilacı alan grupta 48 saat içinde gripten kurtulan hasta sayısının plasebo grubuna kıyasla neredeyse iki katı olduğunu gösterdi.
İlaç tüm yaş gruplarında etkin gibi görünmekle birlikte, maksimum etkiyi yaşlı deneklere oranlara 30 yaş altı deneklerde göstermiştir. Ancak, daha ilerlemiş grip semptomları üzerinde etkinliği kanıtlanmamıştır. Bu durumlarda semptomlara göre daha iyi kişiselleştirilmiş bir homeopatik ilaç önerilir.
Kırım Üniversitesi’nde yürütülen bir çalışmada (Influence of various dilutions of homeopathic drugs on blood sedimentation rate by E. Sokol, E. Tefukova, G. Loukas) homeopatik ilaçlar olan Arnica, Millefolium ve Acidum Salicylicum sağlıklı deneklere 6X, 12CH ve 30CH olmak üzere farklı güç derecelerince verildi. 9 kişilik diğer gruba ise plasebo verildi. Salicylicum Acidum plaseboya kıyasla ESR’de nesnel bir değişiklik yaratan tek ilaçtı. Daha sonra Salicylicum Acidum 5 dakika kaynatılarak 10 kişilik bir gruba verildi. Bu uygulamada da alınan sonuçlar plasebodan farklı olmadı.
Hayvanlar ve bitkiler kullanılarak yapılan çalışmalar da oldukça ilgi görmektedir. Homeopatik bir ilaç olan Apis Melifica 7CH- 9CH’nin (arı iğnesi zehrinden elde edilen bir ilaç) iyonize radyasyona maruz kalmış kobaylarda görülen eriteme üzerinde koruyucu bir etkisinin olduğu gözlendi.  (J. Bildet, M. Guyot, F. Bonini, et al., "Demonstrating the Effects of Apis mellifica and Apium virus Dilutions on Erythema Induced by U.V. Radiation on Guinea Pigs," Berlin Journal of Research in Homeopathy, 1990, 1:28).
Bir başka deneyde beyaz fareler 100 ila 200 rad (öldürücü olmayan dozaj) gücünde X radyasyona maruz bırakıldılar ve 24, 48 ve 72. saatlerde değerlendirildiler.  
Radyasyondan önce ve sonra Ginseng 6X, 30CH ve 200CH ile Ruta graveolans 30CH ve 200CH verildi.
Plasebo alan farelere kıyasla, homeopatik ilaç alan farelerde hücre ve kromozomlarda anlamlı biçimde daha az hasar görüldü. (A.R. Khuda-Bukhsh, S. Banik, "Assessment of Cytogenetic Damage in X-irradiated Mice and its Alteration by Oral Administration of Potentized Homeopathic Drug, Ginseng D200," Berlin Journal of Research in Homeopathy, 1991, 1,4/5:254. Also Khuda-Bukhsh, A.R. Maity, S., "Alteration of Cytogenetic Effects by Oral Administration of Potentized Homeopathic Drug, Ruta graveolens in Mice Exposed to Sub-lethal X-radiation," Berlin Journal of Research in Homeopathy, 1991, 1, 4/5:264).
Doğal zehirli maddelerin homeopatik dozlarının koruyucu ve terapötik etkisini değerlendirmek üzere yürütülen 100’den fazla araştırma çalışması mevcuttur. Alman araştırma enstitülerinden ve Amerika Walter Reed Hastanesinden bilim adamları bu araştırma çalışmalarının bir meta analizini yapmak üzere birlikte çalıştılar. (K. Linde, W.B. Jonas, D. Melchart, D., et al., "Critical Review and Meta-Analysis of Serial Agitated Dilutions in Experimental Toxicology," Human and Experimental Toxicology, 1994, 13:481-92).

Homeopatik ilaçların klinik araştırmaları üzerinde yapılan meta analizlerde olduğu gibi, bu çalışmaların da birçoğunun bir yönüyle eksik olduğu bulundu. Bununla birlikte yüksek kaliteye sahip çalışmalarda elde edilen pozitif sonuçların negatif sonuçlardan iki kat fazla olduğu da ortaya çıktı.  Sub-moleküler düzeyi (12 CH’den daha güçlü) test eden araştırmacıların mevcut olan en eksiksiz ve istatistiki açıdan da daha anlamlı sonuçlar veren çalışmaları tasarlamış olduklarını da bu noktada belirtmek oldukça önemlidir.
Biraz daha açmak gerekirse, bazı araştırmacılar özellikle farelere ham doz halinde arsenik, bismut, kadmiyum, cıva klorid ve kurşun verdiler. Araştırma bu zehirli elementlerin ham dozlarına maruz kaldıktan sonra bu maddelerin homeopatik mikro dozlarının koruyucu olarak verildiği ve tekrarlı homeopatik dozajlarla tedavi gören hayvanların plasebo alan hayvanlara kıyasla bu maddeleri idrar, dışkı ve terleme yoluyla daha yüksek yüzdelerde attıklarını gösterdi.
Alman araştırmacılar Sepia 200CH süt veren ineklerinin plasebo alanlara oranla doğum sırasında daha az komplikasyon yaşadıkları sonucuna vardılar. (A.V. Williamson, W.L. Mackie, W.J. Crawford, et al., "A Study Using Sepia 200CH given Prophylactically Postpartum to Prevent Anoestrus Problems in the Dairy Cow," British Homoeopathic Journal, 1991, 80:149. Ayrıca aynı araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen araştırmalara da başvurmakta fayda vardır: "A Trial of Sepia 200," British Homoeopathic Journal, 1995, 84:14-20).
Diğer deneylerde domuzlara verilen Lachesis, Pulsatilla ve Sabina veya Caulophyllum’la birlikte Lachesis, Echinacea ve Pyrogenium gibi daha az güçlü ilaç kombinasyonların enfeksiyonlara ve ayrıca yavrularda ishale karşı koruyucu ve terapötik etkiye sahip olduğu görülmüştür. (G. Both, "Zur Prophylaxe und Therapie des Metritis-Mastitis- Agalactic: Komplexes des Schweines mit Biologischen Arzneimitteln," Biologische Tiermedizen, 1987, 4:39).
Domuzlar üzerinde yapılan bir başka çalışma başta Caulophyllum 30CH olmak üzere homeopatik ilaçların ölü doğum oranını azaltabileceğini göstermiştir. Plasebo alan domuzlarda 103 normal, 27 ölü doğum meydana gelirken (%20,8), Caulophyllum 30CH alanlarda 104 normel, 12 ölü doğum meydana gelmiştir (%10,3). (Christopher Day, "Control of Stillbirths in Pigs Using Homoeopathy," Veterinary Record, March 3, 1984, 114,9, 216. Ayrıca, Journal of the American Institute of Homeopathy, December 1986, 779, 4:146-47).
Bir başka ilginç deneyde iribaşların bulunduğu suya Thyroxine 30X (tiroid hormonu) kondu. Plasebo alan iribaşlara kıyasla, homeopatik dozajlarda ilaç alan iribaşların kurbağaya dönüşmeleri yavaşladı. Bunun nedeni ham haliyle tiroksin alınmasının morfojenezi hızlandırmasıdır, homeopatik bakış açısıyla potentize edilmiş troksinin de bunu yavaşlatmasını düşünmek mantıklıdır.  (P.C. Endler, W. Pongratz, G. Kastberg, et al., "The Effect of Highly Diluted Agitated Thyroxine on the Climbing Activity of Frogs," Veterinary and Human Toxicology, 1994, 36:56. Also, P.C. Endler, W. Pongratz, R. van Wijk, et al., "Transmission of Hormone Information by Non-molecular Means," FASEB Journal, 1994, 8, Abs.2313).
Çok geniş kapsamlı ve ayrıntılı bir çalışma da 1941-42 yıllarında bir İskoç homeopati bilim adamı olan W.E Boyd tarafından yürütüldü. (W.E. Boyd, "The Action of Micro doses of Mercuric Chloride on Diastase," British Homoeopathic Journal, 1941, 31:1-28; 1942, 32:106-11). Bu araştırma cıva kloridin mikro dozlarının distazın (tohumların filizlenmesi sırasında üretilen bir enzim) etki etme biçimi üzerinde istatistiksel açıdan anlamlı bir etkisi olduğunu gösterdi. Bu araştırma o kadar dikkatli bir şekilde tasarlanmış ve yürütülmüştü ki, Amerika Tıp Fakültesi dekanı "Boyd'un tekniği en üst düzeydeki bilimsel çalışmalara bir örnek teşkil ediyor" yorumunda bulundu. (Mock, D., "What's Going on Here, Anyway? A Review of Boyd's 'Biochemical and Biological Evidence of the Activity of High Potencies,'" Journal of the American Institute of Homeopathy, 1969, 62:197).
Moscow People’s Friendship University’de yürütülen bir çalışmada bir homeopatik ilaç olan Nux Vomica’nin etkisinin ardından mide ve duedonumun masküler duvarının elektrik etkinliği incelendi (A. Zavadskaya, K. Privalova, S. Pasin, G. Loukas, Homeopati Bölümü).  Kediler üzerinde yapılan bir deneyde, Nux Vomica 30CH ilacının mide kası, gövde, pilorus ve düodenal bulbustaki elektrot bölgelerine uygulanması sonucu meydana getirdiği etkiler incelenmiştir. İlacın uygulanmasının ardından, gövdede masküler aktivite 3,2 kat, pilorusta 2,1 kat artmış; düodenal bulbusta ise 2,2 kat azalmıştır. Deney homeopatik ilaç Nux Vomica’nın mide fonksiyonu üzerinde etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Bu deneyin sonuçları bu ilacın homeopatik deney kanıtlarıyla örtüşmektedir.
Aynı üniversitede yürütülen bir başka araştırmada, başka bir homeopatik ilaç olan Hydrogenium Peroxydatum 30CH uygulanması nedeniyle hipoksi koşulları altında bulunan farelerin dayanıklılıkları araştırılmıştır (A. Chochlov, A. Zavadskaya, Ch. Efstathiou, G. LoukasHomeopati Bölümü).  İki grup fare kullanılmış, bunlardan birine homeopatik ilaç, diğerine ise plasebo verilmiştir. Plasebo alan fareler daha sağlıklıyken homeopatik ilaç alan fareler güçsüzleşmiştir. İki grubun da yüksek irtifa koşullarında bulunduğu bir deneysel model kullanıldı. Homeopatik ilaç alan fareler hipoksi koşullarına daha hızlı ve iyi bir şekilde adapte oldular. Ayrıca, normal koşullara geri döndüklerinde normal hallerini daha çabuk geri kazandılar ve diğer gruptaki farelere oranla hayat süreleri daha uzundu.
Aynı üniversite tarafından yürütülen bir başka araştırmada, homeopatik ilaç Berberis vulgaris’in lenfatik drenaj üzerindeki etkisi araştırılmıştır (A. Zavadskaya et al.). Bitki ruhu ve 3., 6. ve 30. güç derecelerindeki homeopatik ilaçlar farelere verilmiştir. En başta ilaç verilmeden önce renkli maddenin bağırsaklardan mezentere drenaj süresi ölçülmüştür. Ardından çeşitli ilaçlar test edilmiş ve drenaj süresi ölçülmüştür. Sonuçlar üzerinde yapılan çalışma potentize edilmiş Berberis Vulgaris’in lenfatik drenajı artırdığını, aynı bitkinin ruhunun ise sınırlandırdığını göstermiştir.  Özellikle 3. ve 6. güç dereceleri bağırsaklardaki drenajı mezentere oranla daha fazla artırdı, 30. güç derecesi ise aynı artışı hem bağırsaklarda hem de mezenterde sağladı.
Homeopatik tıbbın etkinliğiyle ilgili yürütülen bazı çalışmaların sonuçlarını tartıştık. Bazıları için yukarıdaki çalışmalar homeopatik tıbbın etkinliğini kanıtlamak için yeterliyken, diğerleri için bunlar hiçbir şeyi kanıtlamamaktadır. Her ne kadar homeopati uygulamalarından fayda görmüş binlerce hasta en iyi kanıt olsa da, homeopatik tıbbın etkinliği üzerine yapılan çalışmalarda kaydedilen ilerlemeye büyük bir ilgiyle yaklaşılmaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder