ARAŞTIRMALAR VE HOMEOPATİ
Her gün homeopatiye şüpheyle yaklaşan
insanlarla tartışıyoruz. Diğer yandan, bazıları ise fanatik
ve homeopatinin etkinliği konusunda ikna olmuş durumdalar. İkinci grubu
kendilerinde veya ailelerinde kayda değer bir iyileşme görmüş olanlar
oluşturuyor.
Homeopati doktorların büyük çoğunluğu
tarafından kabul edilmezken, homeopatlar, homeopatik tıbbı sunulmuş bir
lütuf gibi görmüş ve bu yüzden bunu kanıtlamaya çalışmamışlardır. Bu
bağlamda “inanmayanlara” homeopatik tıbbın ne şekilde işlediğini göstermeye
uğraşmaksızın homeopatik “materya medika” bilgisini zenginleştirmek amacıyla
belli maddelerin etkinliğiyle ilgili deneylerin üzerine odaklanmışlardır.
Bazı bilim adamları homeopatiyi ilaçları
etki mekanizmalarını bilmeden kullandığını iddia ederek sıklıkla
eleştirmektedir. Bu sadece homeopati için geçerli olan bir durum
değildir. Günümüzde pek çok geleneksel ilacın reçeteli olarak verildiği ve
etkili olduğu bir gerçektir ancak bunların da etki mekanizmalarını bilmiyoruz.
Buna örnek olarak aspirini ve reçeteyle verilmelerine rağmen hala etki
mekanizmaları bilinmeyen antibiyotikleri verebilirim.
Homeopatik tıbbın etkinliğini ele almak
için farmakolojide “ilaçların bifazik cevabı" olarak bilinen ilkeye başvurmamız gerekir. Bu ilkeye göre her ilacın
dozaja bağlı iki etki fazı vardır. Bu anlamda araştırma ilacın
etkinliğinin dozajın artmasıyla birlikte artmasından çok, maddenin daha düşük
dozlarının yüksek dozların aksine sonuçlar verdiğini tutarlı bir şekilde
kanıtlamıştır. Örneğin atropinin normal tıbbi dozlarının parasempatik
sistemi inhibe ettiği ve pitüiter bezlerde kuruluğa neden olduğu, daha düşük
dozların ise salgılarda artışa neden olduğu kanıtlanmıştır.
Yukarıda bahsedilen ilke 1879 yılında eş
zamanlı olarak Hugo Schulz ve Rudolf Arndt tarafından
keşfedilmiştir. Keşfedildiği dönemde Arndt - Schulz yasası olarak adlandırılmış ve günümüze kadar tıp sözlüklerine bu isimle
girmiştir. Biraz daha açmak gerekirse, bu araştırmacılar zayıf uyaranların
normal aktiviteyi hızlandırdığını, orta şiddette uyaranların askıya aldığını ve
güçlü şiddetteki uyaranların normal aktiviteyi tamamen durdurduğunu
keşfetmişlerdir. Örneğin iodin, bromin, merkürik klorit ve arseniğin düşük
konsantrasyonları mantar (fungi) gelişmini artıracak, orta dozajlar durduracak,
yüksek dozlar ise tamamen yok edecektir.
Homeopatinin etkinliğine ilişkin ilk
resmi olarak tescillenmiş çalışma 19. yüzyılda 1850’lerde bir kolera salgınının
patlak verdiği dönemde yürütülmüştür. Londra hastanelerindeki kolera
sebepli mortalite Parlamento’da duyurulduğunda homeopatik hastanelerden elde
edilen bilgiler buna dahil edilmemişti. Parlamento üyelerinden biri
homeopatik hastanelerden de bilgi almak konusunda ısrar etti. Bu müdahale
sayesinde homeopatinin kolera tedavisinde sağladığı büyük başarılara ilişkin
bilgi parlamentoya sunuldu. Londra Homeopati Hastanesinden gelen bilgiye
göre koleralı hastalarda mortalite oranı %16,4’ken, tüm diğer hastanelerde bu
oran %51,8’di.
Homeopatik tıbbın etkinliğini
kanıtlamaya ilişkin en ciddi çabalar geçen yüzyılda
gösterilmiştir. Homeopatik tıbbın etkinliğine yönelik bazı çalışmalar
aşağıdaki gibidir.
Bir grup çalışma homeopatik ilaçların
bireysel olarak uygulanmasına değinmektedir. 1991 yılında, Hollanda’dan üç
profesör homeopatik ilaçların kullanıldığı son 25 yıla ait araştırmaların bir
meta-analizini gerçekleştirdiler ve sonuçları British Medical Journal’da
yayınladılar. (J. Kleijnen, P. Knipschild, G. ter Riet, "Clinical
Trials of Homoeopathy," British Medical Journal, February 9, 1991, 302:316-323).
Bu meta analiz 107 kontrollü test
çalışmasını kapsıyordu ve bunlardan 81’i homeopatik ilaçların etkili olduğunu,
24’ü etkisiz olduğunu göstermekteydi, geri kalan 2 çalışmadan ise sonuç elde
edilememişti. Profesörler “pozitif sonuçların oranı bizim için sürpriz
oldu” yorumunu yaptılar. Biraz daha açmak gerekirse şu verileri
kaydettiler:
·
Üst solunum yolları enfeksiyonu vakalarında 19 testten 13’ü başarılı bir
iyileşme olduğunu gösterdi.
·
Diğer enfeksiyonların tedavisiyle ilgili 7 testten 6'sında pozitif sonuçlar
elde edildi.
·
Sindirim sistemiyle ilgili 7 testten 6'sında iyileşme görüldü.
·
İlkbahar alerjisiyle ilgili 5 testten 5’inde başarılı iyileşme görüldü.
·
7 testten 5’inde intra-abdominal cerrahi sonrasında daha hızlı iyileşme
görüldü.
·
6’sından 4’ü romatizmal hastalıkların iyileşmesine yardımcı oldu.
·
20’sinden 18’i ağrı veya travma tedavisinde yarar gösterdi.
·
10’undan 8’i ruhsal problemlerin giderilmesinde pozitif sonuç gösterdi.
·
15’inden 13’ü çeşitli hastalıkların iyileşmesinde yarar gösterdi.
Homeopatik ilaçların
kullanımına ilişkin başarılı veriler sunan çalışmaların yüksek yüzdesine
rağmen, bu çalışmaların büyük çoğunluğu öyle veya böyle eksikti. Ancak,
araştırmacılar 22 adet eksiksiz çalışma buldular, bunlardan 15 tanesi
homeopatik ilaçların etkin olduğunu göstermekteydi. En iyi çalışmaların
15’inden 11’inin bu doğal ilaçların etkin olduğunu; çalışmalarının tasarımı ve
yürütülmesi ne kadar iyi gerçekleştirilirse bu ilaçların etkin olduğunun ortaya
çıkma yüzdesinin o kadar artacağını göstermesi büyük merak uyandırmıştır.
Bu sadece homeopati
alanında gözlenmiş bir durum değildir. Son 25 yıl içinde tamamlanmış
çalışmalara ait benzer bir yüzdelik oran geleneksel tıpta da ortaya
konmuştur. Bu bağlamda, meta-analiz araştırmacıları şöyle bir sonuca
ulaştılar: “Bu incelemede sunulan kanıtlar
homeopatinin belli terapötik endikasyonları olan geçerli bir terapötik yöntem
olduğunun kabul edilmesi için tatmin edici olacaktır”.
Homeopatik ilaçların
etkinliğine dair yapılan bir diğer araştırma projesi ise astım hastalığının homeopatik
tedavisine ilişkin bir izole çalışmaydı (David Reilly, Morag Taylor, Neil
Beattie, et al., "Is Evidence for Homoeopathy Reproducible? (Homeopati
Kanıtları Tekrarlanabilir Midir?)" Lancet, December 10, 1994, 344:1601-6.).
Glasgow
Üniversitesinden araştırmacılar astım hastalarının hangi alerjik maddelere
karşı en hassas olduğunu bulmak amacıyla geleneksel alerji testlerini
kullandılar. Denekleri tanımladıktan sonra, hastalar biri homeopatik
ilaçlarla, diğeri ise plaseboyla tedavi edilecek iki gruba randomize
edildi. Homeopatik ilaç tedavisi görecek hastalara en hassas oldukları
alerjik madde yüzlük sistemde 30. etki derecesinde verildi. (En yaygın alerjik
madde ev tozundaki akarlardı). Deneye katılan kişiler homeopatlar ve
geleneksel doktorlar tarafından muayene edildi ve değerlendirildi. Çalışma
homeopatik ilaçlarla tedavi edilen hastaların %82’sinde iyileşme olduğunu,
plasebo ile tedavi edilenlerde ise bu oranın %38 olduğunu gösterdi.
American Journal of
Pediatrics’te yayınlanan bir başka çalışma da homeopatik tıbbın çocuklarda
ishal tedavisinde kullanımını üzerineydi. (Jennifer Jacobs, L. Jimenez,
Margarita, Stephen Gloyd, "Treatment of Acute Childhood Diarrhea with
Homeopathic Medicine (Çocuklarda Akut İshalin Homepatik İlaçlarla Tedavisi): A
Randomized Clinical Trial in Nicaragua," Pediatrics, May 1994, 93,5:719-25). Büyük çoğunluğu sanayileşmemiş ülkelerde olmak
üzere her yıl 5 milyondan fazla çocuk ishalden ölmektedir.
81 çocuğu kapsayan bu
randomize çift-kör çalışma Washington Üniversitesi ve Guadalajara
Üniversitesi’nin işbirliğiyle Nikaragua’da gerçekleştirildi. Sonuçlar
bireyselleştirilmiş homeopatik ilaçların çocuk ishali tedavisinde plaseboyla
tedavi edilen çocuklara kıyasla klinik ve istatistiksel açıdan anlamlı iyileşme
gösterdiğini ortaya koydu. Homeopatik ilaç alan çocuklar plasebo alan
çocuklara göre %20 daha hızlı iyileşme gösterdiler. Daha şiddetli hasta
olan çocuklar homeopatik tedaviye kayda değer şekilde cevap verdiler. Bu
çalışmada her bir çocuğun semptomlarına göre bireyselleştirilerek seçilen
toplam 18 farklı homeopatik ilaç kullanıldı.
İtalya'da rasgele
seçilip çift kör çalışmaya dahil edilen 60 kişiyle homeopatik tedavinin migren
üzerindeki etkisiyle ilgili bir çalışma yapıldı. Hastalar baş ağrıların
sıklığı, yoğunluğu ve karakteristikleriyle ilgili bir anket doldurdular (Bruno
Brigo, and G. Serpelloni, "Homeopathic Treatment of Migraines (Migrenin
Homeopatik Tedavisi): A Randomized Double-blind Controlled Study of 60
Cases," Berlin Journal on Research in
Homeopathy, March 1991, 1,2:98-106).
Bu kişilere yüzlük
sistemde 30. etki derecesinde, tek doz homeopatik ilaç verildi, bu iki haftalık
aralıklarda toplam dört defa tekrarlandı. Sekiz ilaç seçildi ve
terapistlere hastalara iki ilaçtan herhangi birisini vermeleri için izin verildi. Plaseboyla
tedavi edilen hastaların sadece %17’sinde migrenin iyileştiği görülürken,
homeopatik ilaç alan hastaların oldukça etkili bir oran olan %93’ü iyi sonuçlar
elde etti.
Kişiselleştirilmiş
homeopatik tedaviyle ilgili bir diğer çalışma da homeopatinin romatoid artrit
tedavisinde etkinliği üzerine yürütüldü. (R.G. Gibson, S. Gibson, A.D.
MacNeill, et al., "Homoeopathic Therapy in Rheumatoid Arthritis(Romatoid
Artritte Homeopatik Terapi): Evaluation by Double-blind Clinical Therapeutic
Trial," British Journal of Clinical
Pharmacology, 1980, 9:453-59).
Çalışmaya altı hasta
dahil edildi. İki homeopat her bir hastaya kişiselleştirilmiş homeopatik
ilaçlar reçeteledi. Ancak, hastaların sadece yarısına gerçek ilaç verildi. Geri
kalanlar plasebo aldı. Çalışma kişiselleştirilmiş homeopatik ilaçlarla
tedavi edilen hastaların %82’sinde semptomlarda iyileşme görüldüğünü,
plaseboyla tedavi verilen hastaların ise sadece %21’inde benzer derecede
iyileşmenin olduğunu ortaya koydu.
Reçetelenen homeopatik
ilaçlara dayalı çalışmaların yanı sıra, izole ilaçların hastalığın nedenine
dayalı olarak test edildiği bir başka araştırma yöntemi daha
mevcuttur. Bir toksik faktörün farklı diatezleri etkilemesi halinde,
diatezin türünden bağımsız olarak, faktörün etkisine bağlı semptomların
görüleceği bilinmektedir. Örneğin, zehirli bir yılan tarafından ısırılma
sonucu farklı diatezlerde meydana gelen semptomlar genellikle kişinin
diatezinden bağımsızdır. Hastalığın nedenine dayalı olarak
gerçekleştirilen çalışmaların bazılarından aşağıda bahsedilmiştir.
II. Dünya Savaşı
sırasında, İngiliz Hükümeti iki farklı merkezde (Londra ve Glasgow) yürütülen,
çift-kör kontrol denemesini kullanan ve benzer sonuçların elde edildiği bir
araştırmayı finanse etti. (R.M.M. Owen and G. Ives, "The Mustard Gas
Experiments of the British Homeopathic Society (İngiliz Homeopati Derneği
Hardal Gazı Deneyleri): 1941-1942, Proceedings of the 35th International Homeopathic Congress, 1982, 258-59).
Çalışmaya nörotoksik
kimyasal silahlar (“hardal gazları”) nedeniyle vücudunda yanıklar meydana gelen
ve homeopatik tedavi almış gönüllüler dahil edildi. Tedavi planı
kapsamında profilaktik madde olarak Hardal Gazı 30 CH kullanıldı ve tedavi
olarak Rhus Toxicodendron 30CH ve Kali Bichromicum 30CH verildi. Homeopatik
tedavi gören bireylerde önemli iyileşme kaydedildi.
Ayrıca,
araştırmacıların Opium (afyon) 30CH, Cantharis 30CH and Variolinum 30CH’nin
etkinliğini de test ettikleri ve bunların hiçbirinin etkinliğinin
kanıtlanamadığı da belirtilmelidir. Araştırmada sadece bu ilaçlar test
etmiş olsaydı, araştırmacılar homeopatik ilaçların hardal gazı yanıklarının
tedavisinde etkili olmadığı sonucuna varabilirlerdi. Etkili bir homeopatik
tedavinin kilit noktası daima doğru ilacın tanımlanması olacaktır.
Homeopatik tedavinin
etkiliğinin kanıtlandığı bir diğer hastalık da diabetik
retinittir. (Zicari, et al., "Valutazione dell'azione Angioprotettiva
di Preparati di Arnica nel Trattamento della Retinpatia Diabetica," Bolletino de Oculistica, 1992, 5:841-848).
Retinit, retina
inflamasyonu, görme problemleri, ödem, gözden gelen salgı ve zaman zaman
retinanın içinden gelen kanamayla kendini gösteren bir diyabet
komplikasyonudur. 60 hastanın dahil edildiği çift kör çalışmada Arnica 5CH
verilmiştir. Sonuçlar Arnica 5CH ile tedavi edilen hastaların %47’sinde
gözün merkezi kan akışının iyileştiğini ancak, plaseboyla tedavi edilen
hastaların sadece %1’inde bu iyileşmenin kaydedildiğini ortaya
koymuştur. Buna ek olarak, ilacı alan hastaların %52’sinde gözün
diğer kısımlarındaki kan akışında da iyileşme görülürken, plasebo grubunda
sadece %1’lik bir kısımda benzer iyileşme kaydedilmiştir.
Fransa’nın en çok
satan ve grip tedavisinde kullanılan ilaç aslında homeopatik bir
ilaçtır. Oscillococcinum TM ticari adı altında satılan Anas Barbariae
200CH gribin erken safhalarında oldukça etkin bir ilaçtır. Grip olan 478
hasta üzerinde çift-kör çalışma yürütüldü. (J.P. Ferley, D. Zmirou, D.
D'Admehar, et al., "A Controlled Evaluation of a Homoeopathic Preparation
in the Treatment of Influenza-like Syndrome," British Journal of Clinical Pharmacology, March 1989,
27:329-35).
Çalışma, homeopatik
ilacı alan grupta 48 saat içinde gripten kurtulan hasta sayısının plasebo
grubuna kıyasla neredeyse iki katı olduğunu gösterdi.
İlaç tüm yaş
gruplarında etkin gibi görünmekle birlikte, maksimum etkiyi yaşlı deneklere
oranlara 30 yaş altı deneklerde göstermiştir. Ancak, daha ilerlemiş grip
semptomları üzerinde etkinliği kanıtlanmamıştır. Bu durumlarda semptomlara göre
daha iyi kişiselleştirilmiş bir homeopatik ilaç önerilir.
Kırım Üniversitesi’nde
yürütülen bir çalışmada (Influence of various dilutions of homeopathic drugs on
blood sedimentation rate by E. Sokol, E. Tefukova, G. Loukas) homeopatik
ilaçlar olan Arnica, Millefolium ve Acidum Salicylicum sağlıklı deneklere 6X,
12CH ve 30CH olmak üzere farklı güç derecelerince verildi. 9 kişilik
diğer gruba ise plasebo verildi. Salicylicum Acidum plaseboya kıyasla
ESR’de nesnel bir değişiklik yaratan tek ilaçtı. Daha sonra Salicylicum
Acidum 5 dakika kaynatılarak 10 kişilik bir gruba verildi. Bu uygulamada
da alınan sonuçlar plasebodan farklı olmadı.
Hayvanlar ve bitkiler
kullanılarak yapılan çalışmalar da oldukça ilgi görmektedir. Homeopatik
bir ilaç olan Apis Melifica 7CH- 9CH’nin (arı iğnesi zehrinden elde edilen bir
ilaç) iyonize radyasyona maruz kalmış kobaylarda görülen eriteme üzerinde
koruyucu bir etkisinin olduğu gözlendi. (J. Bildet, M. Guyot, F. Bonini,
et al., "Demonstrating the Effects of Apis mellifica and Apium virus
Dilutions on Erythema Induced by U.V. Radiation on Guinea Pigs," Berlin Journal of Research in Homeopathy, 1990, 1:28).
Bir başka deneyde
beyaz fareler 100 ila 200 rad (öldürücü olmayan dozaj) gücünde X
radyasyona maruz bırakıldılar ve 24, 48 ve 72. saatlerde
değerlendirildiler.
Radyasyondan önce ve sonra Ginseng 6X, 30CH ve 200CH ile Ruta graveolans
30CH ve 200CH verildi.
Plasebo alan farelere kıyasla, homeopatik ilaç alan farelerde hücre ve
kromozomlarda anlamlı biçimde daha az hasar görüldü. (A.R. Khuda-Bukhsh,
S. Banik, "Assessment of Cytogenetic Damage in X-irradiated Mice and its
Alteration by Oral Administration of Potentized Homeopathic Drug, Ginseng
D200," Berlin Journal of Research in Homeopathy, 1991, 1,4/5:254. Also
Khuda-Bukhsh, A.R. Maity, S., "Alteration of Cytogenetic Effects by Oral
Administration of Potentized Homeopathic Drug, Ruta graveolens in Mice Exposed
to Sub-lethal X-radiation," Berlin Journal of Research in Homeopathy,
1991, 1, 4/5:264).
Doğal zehirli
maddelerin homeopatik dozlarının koruyucu ve terapötik etkisini değerlendirmek
üzere yürütülen 100’den fazla araştırma çalışması mevcuttur. Alman
araştırma enstitülerinden ve Amerika Walter Reed Hastanesinden bilim adamları
bu araştırma çalışmalarının bir meta analizini yapmak üzere birlikte
çalıştılar. (K. Linde, W.B. Jonas, D. Melchart, D., et al., "Critical
Review and Meta-Analysis of Serial Agitated Dilutions in Experimental
Toxicology," Human and Experimental
Toxicology, 1994, 13:481-92).
Homeopatik ilaçların
klinik araştırmaları üzerinde yapılan meta analizlerde olduğu gibi, bu
çalışmaların da birçoğunun bir yönüyle eksik olduğu bulundu. Bununla
birlikte yüksek kaliteye sahip çalışmalarda elde edilen pozitif sonuçların
negatif sonuçlardan iki kat fazla olduğu da ortaya çıktı. Sub-moleküler
düzeyi (12 CH’den daha güçlü) test eden araştırmacıların mevcut olan en
eksiksiz ve istatistiki açıdan da daha anlamlı sonuçlar veren çalışmaları
tasarlamış olduklarını da bu noktada belirtmek oldukça önemlidir.
Biraz daha açmak
gerekirse, bazı araştırmacılar özellikle farelere ham doz halinde arsenik,
bismut, kadmiyum, cıva klorid ve kurşun verdiler. Araştırma bu zehirli
elementlerin ham dozlarına maruz kaldıktan sonra bu maddelerin homeopatik mikro
dozlarının koruyucu olarak verildiği ve tekrarlı homeopatik dozajlarla tedavi
gören hayvanların plasebo alan hayvanlara kıyasla bu maddeleri idrar, dışkı ve
terleme yoluyla daha yüksek yüzdelerde attıklarını gösterdi.
Alman araştırmacılar
Sepia 200CH süt veren ineklerinin plasebo alanlara oranla doğum sırasında daha
az komplikasyon yaşadıkları sonucuna vardılar. (A.V. Williamson, W.L.
Mackie, W.J. Crawford, et al., "A Study Using Sepia 200CH given
Prophylactically Postpartum to Prevent Anoestrus Problems in the Dairy
Cow," British Homoeopathic Journal, 1991, 80:149. Ayrıca aynı araştırmacılar
tarafından gerçekleştirilen araştırmalara da başvurmakta fayda
vardır: "A Trial of Sepia 200," British Homoeopathic Journal,
1995, 84:14-20).
Diğer deneylerde
domuzlara verilen Lachesis, Pulsatilla ve Sabina veya Caulophyllum’la birlikte
Lachesis, Echinacea ve Pyrogenium gibi daha az güçlü ilaç kombinasyonların
enfeksiyonlara ve ayrıca yavrularda ishale karşı koruyucu ve terapötik etkiye
sahip olduğu görülmüştür. (G. Both, "Zur Prophylaxe und Therapie des
Metritis-Mastitis- Agalactic: Komplexes des Schweines mit Biologischen
Arzneimitteln," Biologische Tiermedizen, 1987, 4:39).
Domuzlar üzerinde
yapılan bir başka çalışma başta Caulophyllum 30CH olmak üzere homeopatik
ilaçların ölü doğum oranını azaltabileceğini göstermiştir. Plasebo alan
domuzlarda 103 normal, 27 ölü doğum meydana gelirken (%20,8), Caulophyllum 30CH
alanlarda 104 normel, 12 ölü doğum meydana gelmiştir (%10,3). (Christopher
Day, "Control of Stillbirths in Pigs Using Homoeopathy," Veterinary
Record, March 3, 1984, 114,9, 216. Ayrıca, Journal of the American Institute of
Homeopathy, December 1986, 779, 4:146-47).
Bir başka ilginç
deneyde iribaşların bulunduğu suya Thyroxine 30X (tiroid hormonu)
kondu. Plasebo alan iribaşlara kıyasla, homeopatik dozajlarda ilaç alan
iribaşların kurbağaya dönüşmeleri yavaşladı. Bunun nedeni ham haliyle
tiroksin alınmasının morfojenezi hızlandırmasıdır, homeopatik bakış açısıyla
potentize edilmiş troksinin de bunu yavaşlatmasını düşünmek mantıklıdır.
(P.C. Endler, W. Pongratz, G. Kastberg, et al., "The Effect of
Highly Diluted Agitated Thyroxine on the Climbing Activity of Frogs,"
Veterinary and Human Toxicology, 1994, 36:56. Also, P.C. Endler, W. Pongratz,
R. van Wijk, et al., "Transmission of Hormone Information by Non-molecular
Means," FASEB Journal, 1994, 8, Abs.2313).
Çok geniş kapsamlı ve
ayrıntılı bir çalışma da 1941-42 yıllarında bir İskoç homeopati bilim adamı
olan W.E Boyd tarafından yürütüldü. (W.E. Boyd, "The Action of Micro
doses of Mercuric Chloride on Diastase," British Homoeopathic Journal, 1941,
31:1-28; 1942, 32:106-11). Bu araştırma cıva kloridin mikro dozlarının
distazın (tohumların filizlenmesi sırasında üretilen bir enzim) etki etme
biçimi üzerinde istatistiksel açıdan anlamlı bir etkisi olduğunu
gösterdi. Bu araştırma o kadar dikkatli bir şekilde tasarlanmış ve
yürütülmüştü ki, Amerika Tıp Fakültesi dekanı "Boyd'un tekniği en üst
düzeydeki bilimsel çalışmalara bir örnek teşkil ediyor" yorumunda
bulundu. (Mock, D., "What's Going on Here, Anyway? A Review of
Boyd's 'Biochemical and Biological Evidence of the Activity of High
Potencies,'" Journal of the American Institute of Homeopathy, 1969,
62:197).
Moscow People’s
Friendship University’de yürütülen bir çalışmada bir homeopatik ilaç olan Nux
Vomica’nin etkisinin ardından mide ve duedonumun masküler duvarının elektrik
etkinliği incelendi (A. Zavadskaya, K. Privalova, S. Pasin, G. Loukas,
Homeopati Bölümü). Kediler üzerinde yapılan bir deneyde, Nux Vomica 30CH
ilacının mide kası, gövde, pilorus ve düodenal bulbustaki elektrot bölgelerine
uygulanması sonucu meydana getirdiği etkiler incelenmiştir. İlacın
uygulanmasının ardından, gövdede masküler aktivite 3,2 kat, pilorusta 2,1 kat
artmış; düodenal bulbusta ise 2,2 kat azalmıştır. Deney homeopatik ilaç
Nux Vomica’nın mide fonksiyonu üzerinde etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Bu
deneyin sonuçları bu ilacın homeopatik deney kanıtlarıyla örtüşmektedir.
Aynı üniversitede
yürütülen bir başka araştırmada, başka bir homeopatik ilaç olan Hydrogenium
Peroxydatum 30CH uygulanması nedeniyle hipoksi koşulları altında bulunan
farelerin dayanıklılıkları araştırılmıştır (A. Chochlov, A. Zavadskaya, Ch.
Efstathiou, G. LoukasHomeopati Bölümü). İki grup fare kullanılmış,
bunlardan birine homeopatik ilaç, diğerine ise plasebo
verilmiştir. Plasebo alan fareler daha sağlıklıyken homeopatik ilaç alan
fareler güçsüzleşmiştir. İki grubun da yüksek irtifa koşullarında
bulunduğu bir deneysel model kullanıldı. Homeopatik ilaç alan fareler
hipoksi koşullarına daha hızlı ve iyi bir şekilde adapte oldular. Ayrıca,
normal koşullara geri döndüklerinde normal hallerini daha çabuk geri kazandılar
ve diğer gruptaki farelere oranla hayat süreleri daha uzundu.
Aynı üniversite
tarafından yürütülen bir başka araştırmada, homeopatik ilaç Berberis
vulgaris’in lenfatik drenaj üzerindeki etkisi araştırılmıştır (A. Zavadskaya et
al.). Bitki ruhu ve 3., 6. ve 30. güç derecelerindeki homeopatik ilaçlar
farelere verilmiştir. En başta ilaç verilmeden önce renkli maddenin
bağırsaklardan mezentere drenaj süresi ölçülmüştür. Ardından çeşitli
ilaçlar test edilmiş ve drenaj süresi ölçülmüştür. Sonuçlar üzerinde
yapılan çalışma potentize edilmiş Berberis Vulgaris’in lenfatik drenajı
artırdığını, aynı bitkinin ruhunun ise sınırlandırdığını göstermiştir.
Özellikle 3. ve 6. güç dereceleri bağırsaklardaki drenajı mezentere
oranla daha fazla artırdı, 30. güç derecesi ise aynı artışı hem bağırsaklarda
hem de mezenterde sağladı.
Homeopatik tıbbın
etkinliğiyle ilgili yürütülen bazı çalışmaların sonuçlarını
tartıştık. Bazıları için yukarıdaki çalışmalar homeopatik tıbbın
etkinliğini kanıtlamak için yeterliyken, diğerleri için bunlar hiçbir şeyi
kanıtlamamaktadır. Her ne kadar homeopati uygulamalarından fayda görmüş
binlerce hasta en iyi kanıt olsa da, homeopatik tıbbın etkinliği üzerine
yapılan çalışmalarda kaydedilen ilerlemeye büyük bir ilgiyle yaklaşılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder